Orman içinde özenle inşa edilmiş ahşap bir ev,
hemen önünde içi balık dolu bir göl,
at ve koyun yetiştiren komşular üstelik şehre de yakın.
Bunları arka arkaya söylediğimde kulağa
toplu konut reklamı gibi geliyor.
Oslo merkezden çıktığımız yolda
“dikkat geyik çıkabilir” tabelaları eşliğinde
Hønefoss kasabasına yakın Jevnaker bölgesine doğru ilerliyoruz.
Burda geyiğe moss deniyor büyük bir hayvan,
Norveçin simgelerinden biri.
Maalesef bezen bu ürkek ve iri hayvana arabalar çarpıyormuş.
Tanıştığım biri yaşadığı kazada arabasına saplanan
boynuzun resmini gösterdi,
iyi haber araba pek iyi durumda olmasa da geyik sağlammış.
Dikkatli dikkatli ileriliyoruz.
Çamurlu bir yola sapıyoruz ama toprak donuk saplanmadan ilerliyoruz.
Norveç’te bu tarz kulübelere hytte,
ingilizcede ise mountain kabin deniliyor.
Geleneklerin yaşatıldığı ve hafta sonu tatillerinin yapıdığı orman evleri.
Kuzenimin dedesine ait eve girdiğimizde ortam bir müze kadar düzenli ve soğuk. Hemen yaktığımız şömine hemen atmosferi canlandırmaya yetiyor.
Evin sahibi Birger Høgnes evi birkaç akrabasıyla birlikte inşa etmiş.
Mobilyaların çoğu yine kendi elinden,
koltuktan avizeye her şey ahşap.
Büyük baba burayı kışları daha çok seviyormuş
motorlu kar küreme makinesinden tut buzu delip balık avmaya
yarayan bir delgi bile var.
Ahşabın her rengine ve dokusuna sahip bir orman evindeyim.
Etrafımı saran duvarlar havayı ve suyu kirleten
çirkin bir çimento fabrikasının ürettiği tuğla ve betondan oluşmuyor.
Bu duvarlar, nemli toprağa düşen filizlerin, karanlık ormandan
aydınlık gökyüzüne ulaşma çabasıyla oluşturduğu,
güçlü, sağlam ağaç gövdelerinden oluşuyor.
Bu duvarları, çatı ve döşemeleri, kadim kuzey ormanın fertleri,
bizim gibi hücrelerden oluşan,
bir zamanlar canlı olan varlıklar oluşturuyor.
Ev o kadar sessiz ki fısıldamaya yakın bir ses tonuyla bile
rahat sohbet edilebiliyor.
Nefes alırken kendi göğsümden çıkan sesi kolaylıkla işitiyorum.
İnsanın kendiyle iletişim kurabilmesi vücudunu
ve düşüncelerini dinleyebilmesi için bazen bu sessizliğe ihtiyaç var.
Sanatçıların büyük eserlerini üretebilmek için
neden inzivaya çekildiklerini anlıyorum.
Sessizliği önce midemizden gelen gurultular
sonraysa şömine ateşinde pişen patlayan sosislerimiz bozuyor.
İçinde peynir olan sosisler piştikçe patlayarak ses çıkartıyor.
Evden ayrılmadan önce her şeyi bulduğumuz gibi bırakıyoruz.
Özellikle şöminenin yanındaki odunları tamamlamak çok önemliymiş.
Bi sonraki ziyarette havanın kötü olmasına karşı hazırlıklı olmak gerekiyor,
Ee tabi burası Norveç.
Salonda otururken kendimi bazen Viking dizisinden bir bölümde
bazende bir masal kahramanının evinde hissettim.
Serhat Kocaerol’dan daha fazla yazı için; SerhatKocaerol.com