Aslında yazının başlığını “Belem’e Yürümek” hatta daha dramatik olsun diye
“Merkezden Belem’e Yürüyerek Gitmek” yapacaktım da…
aslında tam olarak öyle olmadı.
Chiado‘da kiraladığımız evimizden çıktığımızda
Cais do Sodre‘deki tren istasyonundan
trenle Doca de Santo‘ya gidecektik.
Eşimin işi ve ilgi alanı deniz ve marinalar olduğu için
gitmeden önce marinaları çıkarmıştım.
(Meraklısına marina listesini en aşağıda bulabilirsiniz.)
Doca de Santo, cafelerin de olduğu bir marina.
Hem teknelere, ortama, dükkanlara bakar,
hem de bir şeyler yer-içeriz diye burayı seçmiştim.
Tren istasyonuna varınca,
haritadan marinaya ne kadar sürede varabileceğimize baktım.
Yürüyüş ile 30-40dk. arasında sürdüğünü görünce
yürümeye karar verdik.
Ne de olsa şehri keşfetmeye çalışıyoruz 🙂
İyiki de öyle yapmışız,
yürüyüşe henüz başlamıştık ki sağda Mercado da Ribeira‘yı fark ettik.
Zaten ziyaret edilecek yerler listesindeydi ama yolumuzun üstünde olduğunu bilmiyorduk.
Burası büyük kapalı bir pazar. İçinde irili ufaklı pasajlar var.
Zamanında(13.yy) balık pazarı olarak inşa edilen Mercado da Ribeira‘ya
2010’d a Time Out el atmış ve bu günkü modern haline kavuşturmuş.
Ortadaki büyük pazar Lizbon‘un ünlü yiyecek-içecek işletmelerinin
küçük versiyonları ve yeme alanları ile dolu bir pazar.
Bu büyük pazarın sağ ve solundaki küçük pasajlarda ise
meyve-sebze, balık pazarları var.
Bazı deniz ürünleri tezgahlarında bistrolarda
yemek de yiyebiliyorsunuz.
Kısacası Lizbon’un en hip mekanlarından, uğranmalı!
Henüz kahvaltı ettiğimiz için biz pazarı gezip
tekrar gelmek üzere çıktık.
Tekrar Belem tarafına doğru yürümeye başladık.
Bu rotada karşınıza çok güzel cafeler de çıkıyor.
Ancak biz aslında tren yolunun engellediği deniz kenarından yürümek istiyoruz.
Neyse ki bir süre sonra tren yolunu aşabileceğimiz
trafik ışıklarına rastlıyoruz.
Bu nokta Doca de Alcantaro‘nun başlangıç noktası
Burası haftasonu veya akşam hareketleniyor olabilir.
Zira Doca de Alcantaro‘nun diğer girişinde
Konteyner cafe, bisiklet cafe, go cart ve paten kiralayan bir yer var.
Burayı geçince Doca de Santa Amaro’ya varıyorsunuz.
Burası minik ama keyifli bir marina.
Deniz kenarında 6-7 tane cafe ve restaurant var.
Eminim akşamüstü keyifli bir yer haline geliyordur.
Bu marinadan hemen sonra Lizbon’un ünlü
Vasco da Gama Köprüsü‘ne varıyorsunuz.
Bu köprü Golden Gate‘in kopyası ama 3 katı kadar daha uzun
Yine aynı noktadan karşı kıyıdaki dağın tepesinde bulunan
İsa heykelini görebilirsiniz.
Burada bir takım fotoğraf seansları yaptıktan sonra
dedim ki, “Bir bu kadar daha yürüsek, Belem‘e varacağız.
Zaten Yapılacaklar Listesi‘nde, gel yürümeye devam edelim”
Sonuç yürümeye devam ediyoruz.
Bu kadar deniz kenarı yeter biraz da evlere, mahallelere bakalım dedik.
Karşımıza gelen ilk üst geçitten içeriye yürümeye başladık.
Yine listemizde olan LX Factory‘nin burada olduğunu gördük
ve oraya daldık ama bu ayrı bir post konusu,
ondan yazıyı yazdıktan sonra linkini buraya eklerim.
Vasco da Gama Köprüsü‘nden Belem’e yürüryüş 35dk sürüyor.
Önceden söyleyeyim de gözünüz korkmasın 🙂
Köprüden içeriye girdikten sonra Belem‘e kadar uzanan
Rua da Junqueira caddesine varıyoruz.
(caddeye çok başından girerseniz ismi Rua 1st de Maio)

Bu yol boyunca klasik Lizbon evlerinin
farklı süslemelere sahip seramiklerini görüp,
yerellerin günlük yaşamlarına tanıklık ediyoruz.
Sokak içlerine saklanmış streetartları fark ediyoruz 🙂
Belem’e varmak üzereyken yol üstünde Museu National Coaches ve
Jeronimo Manastırı var.
Görülmesi en çok beklenen şey ise Pasteis de Belem!
Lizbon’a gelince mutlaka yenilmesi gereken tatlı, yani turta.
Jeronimo Manastırı‘ndaki rahiplerin bulduğu bu turtalar
1837‘den beri Pasteis de Belem‘de yapılıyor.
Ve söylediklerine göre tarifi sadece 3 kişi biliyormuş.
Aynı turtaları bu pastane dışında yaptıklarında ismi Nata oluyor.
Herhalde orjinal formül olmadığı için, hem tadında
hem de isminde böyle bir değişiklik yaşamış.
Biz bu tür tatlıları aşırı sevmediğimiz için pastanenin önündeki
o uzun kuyrukta beklemedik.
Ama haftada bir kaç sabah kahvaltımızı diğer pastanelerden aldığımız
nata ve kahve ile yaptık, yani tadı çok güzel.
Ha, kakolu bir tatlı olsaydı, emin olun o kuyruğu da beklerdim:))
Neyse Pasteis de Belem’i geçince Jeronimo Manastırı’na varıyouz.
Biz manastırı gezmeyi tercih etmedik
ama turistler burada da uzun kuyruklar oluşturmuştu.
Fekat dinlendirici bahçesinde uzun bir mola verdik.
Lizbon yiyecek & içecekli molalar için çok uygun
pek çok noktada “food truck”lar var.
Bu moladan sonra artık çok az yolumuz kalıyor.
Torre de Belem deniz kenarında görünmeye başlıyor.
Yine kaleye doğru yürürken pakta bizi farklı şeyler satan
food truckler karşılıyor.
Bakıyoruz ki deniz kıyısında kaleye doğru keyif yapanlar var.
Biz de birer kadeh şampanya alıyoruz.
(keşke tek net çıkan foto da dil çıkarmasaymışım)
1 saat keyiften sonra dönüşe geçiyoruz.
Bu sefer deniz kenarından.
Deniz kıyısı minik marinalar, food trucklar, parklar ile sürüp gidiyor.
Yolda karşınıza çıkacak Padrão dos Descobrimentos anıtı
ünlü denizcilerin yaptıkları keşifler anısına yapılmış.
Bu devasa heykele uzun süre bakmak boyun kitlenmesine
neden olsa da ayrıntılar muazzam.
Eve dönüş yolculuğu artık yorucu olmaya başlıyor.
Ama bizim uğrayacağımız bir marina daha var.
Ne şanslıyız ki burada eski bir yelken kulübü buluyoruz.
Eşim ile Karşıyaka Yelken Kulübü‘nden arkadaş olduğumuz için
burası bize çok iyi geliyor.
Burada bir dinlenme molası daha verdikten sonra
artık trene binmemiz gerektiğine karar veriyoruz.
Belem istasyonu‘ndan trene biniyoruz.
Yaklaşık 3dk. sonra merkezdeyiz 🙂
Biz bu noktadan sonra Mercado da Riberia‘ya geri döndük.
Akşam yemeği için en yakın ve en leziz alternatifti 🙂
Bu pazarı ayrıca anlatmam lazım.
Yazınca linkini buraya koyarım!
Şimdilik bu kadar!
Siz de bu rotayı takip etmek isterseniz ayağınıza rahat bir ayakkabı giyin derim 🙂
Lizbon Marinaları
– Doca do Terreiro de Trigo
– Doca de Marinha
– Doca de Alcantara(cafeli)
– Doca de Santo Amaro
-25 de April
– Doca de Belem
– Doca do Born Sucesso