Kendi yaşadığın şehirde turist olmak.
Artık günlük hayatımızın içinde tatillere,
gezmelere nasıl hasretsek demek
bu hissiyatın pek bir müptelasıyız.
İstanbul'da yaşayanlar için de bu hissin dinamosu gürül gürül
Kapalıçarşı çevresinde çalışıyor.
“Ay bana seniorita diye seslendi kikiki”ler mi dersin,
etrafta bir tane Türk görmek için harcanan uzun vakitler mi
bilinmez ama kendini bir anda tüm milletlerin bir arada olduğu
oryantal bir karambolde hissedeceğin kesin.
Bu garip karışımın içinde bir köşe dönüşüyle
huzuru da bulabilirsin.
Kimse sana seniorita diye seslenmeyecek
ama onu baştan söyleyeyim 🙂
Fes Cafe.
İki şubeli bu cafe'nin bir şubesi olayların tam göbeğinde
Kapalıçarşı'nın içinde ki ben zaten sadece bunu biliyordum.
İkinci bir şubenin varlığından da haberdar değildim.
Ta ki harala gürele “kendi şehrinde turist”
bir günün yorgun sonlarına doğru çarşıdan çıkıp,
arkadaşımın “şurada kahve içelim mi” sorusuna
kafa sallayarak evet diyene kadar.
Nuruosmaniye Yokuşu üzerine Kapalıçarşı'ya giderken solda,
arada küçük bir sokakta, çok başınızı çevirmeyeceğiniz bir yerde
belki de Fes Cafe'nin şubesi var.
Dekorasyonu kendinize bir yer bulur bulmaz
sohbeti sekteye uğratacak,
bunu kaldırabilecek arkadaşlarınızla gidin.
Her an insanın gözü başka bir detaya kayıyor
ve bayağı uzun süre oyalayabiliyor.
Çay bardakları çok tatlı tasarımlı bardaklar.
Otlu ayranı tek dikişte bitirmelik.
Sandviçleri de mekanın müptelası olmaya sebep.
Kapısının önünde oturup,
bizim gibi turistik günün yorgunluğunu atıp,
uzaktan geçenlere bakıp sessizliğin tadını çıkarmak,
günü güneşi görmeden batırmak isteyebilmenin de
keyifli olduğunu bilenler için süper mekan diyerek
romantik bir kapanış da yapabilirdim.
Bunun yerine
“tuvaletine sandalye koyma inceliğini gösteren
mekanlar çok düşünceli değil de ne?”
diye sorarak kekomançi gibi bitirmeyi tercih ediyorum.
Haydi Yapılacaklar Listesi'ne yeni bir isim daha yazın, benden:)